Akşam Gazetesinden Adnan Özerin konuğu olan Mustafa
Çiftçi ile yaptığı röpörtajda Özer, Mustafa Çiftçiden şu şekilde
bahsediyor;
Taşra romanlarının tekrar okunmaya başlandığı
günlerde, şehirdekilere merhaba diyen bir kalemşorle birlikteyiz.
Bozkırda Altmışaltının yazarı Mustafa Çiftçi, Anadolu insanını her
haliyle yansıtıyor.
Radikal Kitaptan Çağlayan Çevik ise
Yozgatlı yazar Mustafa Çiftçinin yeni kitabı Bozkırda Altmışaltı için
Taşranın en yamanında, bozkırın ortasındayız diyor ve ekliyor;
Bozkırda Altmışaltının cümle kahramanı Yozgat ve havarisinden tipler.
Bu havari Yozgat merkezden Ankaraya kadar uzanıyor. İç Anadolu
coğrafyasına dair insanları aktaran öyküler bunlar.
Taşradan edebiyat çıkmıyor derler, Yozgat, Ankaranın kıyısında İstanbulun çok uzağında
Edebiyatın taşrası var mı?
Taşradan
öyle umut kesilmiş ki sadece edebiyat değil, ellerinden gelse taşradan
işe yarar hiçbir şey çıkmaz diyecek kadar kibirli bir merkez var.
Buradan yazdıkların ancak İstanbuldaki dergilerde çıkarsa burası seni
ciddiye alır. Ne kadar acı değil mi? Yazdığın hikâye okunmak için
İstanbulu dolaşıp gelmeye muhtaç.
Taşra meselesini açalım,
hikâyelerden birinde cami önünde koku satan birini anlatıyorsunuz.
Edebiyatımız bu kadar kıyıya eğilmiyor sanki
Anlatılan hikâyelerin de
taşrası var mı sizce?
Kıyıda olanı görmek istemek lazım. Yoksa
gözünüz o kadar çok şeyle meşgul ediliyor ki. Edebiyat da hayatımızdaki
bu çokluktan etkileniyor, nasibini alıyor bu körlükten. Sadece konu
olarak değil. Yazarı fark etmemek gibi marazları da var merkezin. Ama bu
konuda konuşursanız o zaman merkez sizi çekememezlikle suçluyor ya da
söylediklerinizi mürekkebe batırılmış dedikodu olarak görüyor. Ama bu
böyle
İnsan insanın kurdudur derler, bu kadar didişme varken
insanlar bir yolunu bulup ayakta kalabiliyor mu yoksa edebiyat bize bir
hayali mi anlatıyor?
İnsanın bir yolunu bulup ayakta kalması
hakikaten müthiş bir şey. Öyle mağduriyet halleri gördüm ki o insanlar
nefes alamaz zannediyorsun ama seninle, benimle derece farkıyla da olsa
aynı şeyleri yaşıyorlar.
Edebiyat ayakta kalmaya yardımcı olur
mu? İşte ayakta kalma mekanizması öyle becerikli ki nereden nasıl yapar
da ayakta tutar insanı meçhul. Ama kendi tecrübemden söylersem, edebiyat
hiç ummadığım anda hiç ummadığım konuda bana yardımcı olmuştur ve olur.
Ve herhalde edebiyatı heyecanlı kılanda bu halidir. Yani nerede ne
zaman size bir yardımı olur kestirememek ayrı bir güçtür edebiyat için.
Öyküleri
okurken Kemal Tahirin mirası olan bir hava hissettik. Bugünün Kemal
Tahiri diyecekler belki de size, ama taklit değil asla. Bu beslenmeyi
açıklar mısınız?
Yaşadığım coğrafyanın insanını anlatan ve
hemşerim Abbas Sayar olmak üzere birçok insanı okudum. Dikkatlerim,
notlarım, değinilerim oldu. Mesela Kemal Tahirde çokça geçen Çankırı,
Çorum, coğrafya olarak, iklim olarak hepsinden önemlisi zihin yapısı
olarak benim için oldukça tanıdıktır. Ama tanıdık coğrafyamızı Kemal
Tahirden dinlerken içimden incecik bir itiraz geçiyordu. Bu itirazımı
Fethi Naci de okuyunca hah işte bu demişimdir.
ANADOLU
İNSANININ
"ESSAH" SESİ
Kemal
Tahirin romanlarında kimse kimseyi sevmiyor gibidir. Kemal Tahirin
diyaloglarındaki dil, tuzaklı, hileli, akıllı değil ama kurnaz bir
dildir. Bu dil capcanlı akar gider sayfalar boyu. Beni alıp götüren de
bu canlılık ve diyalogların hiç düşmeyen tansiyonudur. Hapishanede
yaşayan taşralının hayatta kalma mücadelesi gibi gerçek, tabiri caizse
essah bir diyalogdur. Ama ben yazma serüvenimde bu diyaloglara
türkülü, mizahlı, ağıtlı karakterler eklemek istedim hep.
Hürriyet/Radikalden
Çağlayan Çevik ise Yozgatlı yazarımız Mustafa Çiftçinin yeni kitabı
Bozkırda Altmışaltı için Taşranın en yamanında, bozkırın ortasındayız
diyor ve ekliyor; Bozkırda Altmışaltının cümle kahramanı Yozgat ve
havarisinden tipler. Bu havari Yozgat merkezden Ankaraya kadar
uzanıyor. İç Anadolu coğrafyasına dair insanları aktaran öyküler bunlar.
Tüm
bu saydığımız unsurları bir araya getirdiğimiz zaman Mustafa Çiftcinin
öykü kitabındaki temel dünya, olaylar dinamiği ortaya çıkıyor
aslında...
Zira, Çiftcinin kitabında anlattığı yalın taşra
dünyası ve bu dünyanın insanları ne öyle girift bir meselenin peşine
düşüyorlar, ne çok kalabalık bir oyunun parçasılar, ne de elleri çok
kuvvetli (bu yüzden oyunu kapatamıyorlar)...
Arada altmışaltıya
bağlamayı deneyenler çıksa da argodaki manasıyla hileyi
beceremediklerinden olsa gerek, sadece durumu kurtarmış görünüyorlar,
bir süre sonra makûs kaderleri galip geldiği için, ellerinde avuçlarında
olan ne varsa kaybetmelerine sebep oluyor. Hasbel kader kazanan varsa
da alacağı en fazla 1 (yazıyla bir) puana razı olarak hayatını
sürdürüyor. Bozkırda Altmışaltının cümle kahramanı Yozgat ve
havarisinden tipler. Bu havari Yozgat merkezden Ankaraya kadar
uzanıyor. Arada İngiltereye sıçrayan bir öykü var olsa da, bütününde İç
Anadolu coğrafyasına dair insanları aktaran metinler... Yani taşranın
en yamanında, bozkırın ortasındayız...
Kahramanlar, o alıştığımız
hayatla derdi olan taşralı figürlerden çok, yaşam gailesi içinde,
hayatta kalma derdine düşmüş figürler. Babalarının mesleğini devam
ettiren, ana-babasının aldığı karara göre Yozgatın komşu köy veya
kasabasından bir kızla evlenen, ben başaramadım bari benim oğlanlar
başarsın diyen adamlar bunlar. Ana kahramanların birçoğu erkek ve tuhaf
biçimde hepsinin makûs kaderi babadan kalma dükkânın başına geçmek.
Bakış açısını değiştirecek olursak, hepsinin makûs kaderi aslında
babalarından kalan hayatı devam ettirmek...
Neredeyse hepsi
esnaf. Hem de küçük esnaf. Ama en küçüğünden. Çakı, çakmak, ayna, tarak,
makara, yumak, mekik, kekik, iplik, lastik, ayna, cımbız, kınaya kadar
her şeyin satıldığı dükkândan tutun bidonda sülük satan sülükçüye kadar
küçüğün de küçüğü esnaflar...
Arada birilerinin yırtma arzusu görünür gibi olsa da, elleri kötü geldiğinden oturuveriyorlar yerlerine...
Kaderin sillesini yiyen kahramanlar bir de gerçek anlamda babadan veya bir başkasından yiyorlar öykülerde...
İlk
öykü Handan Yeşilinden itibaren kahramanların aşk durumlarının
talihsizliği ise öykülerin çoğuna sinmiş arabesk duygusallığı
oluşturan temel unsur olmuş... Ya âşık olunan kadın evli çıkmış, ya
sevdiği kadına kavuşamamış, ya görücü usulüyle vardığı kadın pek
sevilecek gibi çıkmamış, ya çok sevdiği kadın hayata erken veda etmiş,
ya da kahramanın sevdiğini sandığı şey söz konusu kadın değil, o kadının
temsil ettiği dönem olmuş...
Handan Yeşili adlı ilk öyküde
karşımıza çıkan olay, karakter, dil, renkli karakterler, yerel
unsurların kullanıldığı anlatım ve benzeri unsurlar o kadar başarılı bir
biçimde bir araya gelmiş olsa da, sonraki öykülerde bu unsurlar biraz
dalgalanarak seyrediyor. Az evvel sözünü ettiğim, hayatta kalma derdi
içindeki insanların neredeyse hepsinin küçüğün küçüğü birer esnaf
olması, üç kuruşla evi geçindir(em)iyor olması, gerçekten taşraya has
bir aşkî trajedi yaşıyor olmaları, makûs kaderlerini alt etmek
amacıyla bir şekilde yırtmaya çalışmaları, yani bulundukları masada
dönen oyunu bir an evvel altmışaltıya bağlama çalışmaları zaman zaman
aynılık durumu yaratıyor ne yazık ki bazı öykülerde.
Kahramanın
bir memur çocuğu olduğu, İngilterede master yapan ve aslında farklı
bir konuyu ele alan Elif, Tina, Tolga adlı öyküyü bunun dışında tutsak
da, orada karşımıza çıkan talihsiz aşk meselesi de, diğer öykülerle
aynı düzleme oturuyor... Ancak tüm bunlara baktığımız zaman, Bozkırda
Altmışaltı, neredeyse aynı hayatı yaşayan kahramanları ile sempatik gibi
görünen taşranın öldürücü cenderesini, boğucu talihsizlikleri,
kendine dağıtılan kartlara razı olan taşra insanını özgün bir biçimde
aktarıyor.